Evet, işte o an gelmişti, kelle koltukta savaşma zamanı. Neydi
onun kellesini koltuğuna aldırtan? Neydi geç kalmışlıklarına öfke duydurtan?
Geçen bunca zamana hayal kırıklıkları içinde baktı. Zordu
böylesi bir hayatta nefes alıp da verememek. İçinde biriktirmişti her şeyi. Neden
biriktirmişti? Anahtarını eskilerin kadınları misali sutyeninde sakladı gizli
kalmışlıklarının. Kimse görmesin, kimse ulaşamasın istedi. Kimse de görmedi
gerçekten. Peki, şimdi ne olmuştu? Neden çırılçıplak kalmıştı. Neden tüm
sakladıklarını bir anda ortaya döküvermişti. Çok mu ağır geliyordu ya da
sıkılmış mıydı bu saklambaçtan? Gördü belki de birileri, ebeledi hiç vakit
kaybetmeden. Ebelendikten sonra zafer çığlıkları attı belki de. Fark edilmişti
sonunda. Gözlerinden akan yaşları tanımlayamadı herhalde, neydi o süzülenler,
yaş mıydı? İlk defa ağlıyordu, ağlamanın ne demek olduğunu o gün
anlayabilmişti, ilk defa duygularını hissediyordu. Çünkü ilk defa çıkarmıştı o
saklı kutudan biriktirdiği duygularını… Böyle olmalıydı. Yoksa niye çıkmış
olmalıydı ki sığınağından, niye açmış olmalıydı en gizli bahçesini yabanlara? Elini,
eteğini çekmişken hayattan, hiç incinmemişken, etliye sütlüye karışmadan
yaşarken niye koymuştu artık taşın altına elini? Sığınağında zincirlediği
duyguları mı kırmıştı kelepçelerini? Yoksa ne halim varsa göreyim mi demişti?
Biliyordu artık, zordu bu hayatta nefes alıp da verememek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder