20 Haziran 2012 Çarşamba

NEFES ALIP DA VEREMEMEK…


Evet, işte o an gelmişti, kelle koltukta savaşma zamanı. Neydi onun kellesini koltuğuna aldırtan? Neydi geç kalmışlıklarına öfke duydurtan?
Geçen bunca zamana hayal kırıklıkları içinde baktı. Zordu böylesi bir hayatta nefes alıp da verememek. İçinde biriktirmişti her şeyi. Neden biriktirmişti? Anahtarını eskilerin kadınları misali sutyeninde sakladı gizli kalmışlıklarının. Kimse görmesin, kimse ulaşamasın istedi. Kimse de görmedi gerçekten. Peki, şimdi ne olmuştu? Neden çırılçıplak kalmıştı. Neden tüm sakladıklarını bir anda ortaya döküvermişti. Çok mu ağır geliyordu ya da sıkılmış mıydı bu saklambaçtan? Gördü belki de birileri, ebeledi hiç vakit kaybetmeden. Ebelendikten sonra zafer çığlıkları attı belki de. Fark edilmişti sonunda. Gözlerinden akan yaşları tanımlayamadı herhalde, neydi o süzülenler, yaş mıydı? İlk defa ağlıyordu, ağlamanın ne demek olduğunu o gün anlayabilmişti, ilk defa duygularını hissediyordu. Çünkü ilk defa çıkarmıştı o saklı kutudan biriktirdiği duygularını… Böyle olmalıydı. Yoksa niye çıkmış olmalıydı ki sığınağından, niye açmış olmalıydı en gizli bahçesini yabanlara? Elini, eteğini çekmişken hayattan, hiç incinmemişken, etliye sütlüye karışmadan yaşarken niye koymuştu artık taşın altına elini? Sığınağında zincirlediği duyguları mı kırmıştı kelepçelerini? Yoksa ne halim varsa göreyim mi demişti?
Biliyordu artık, zordu bu hayatta nefes alıp da verememek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder