7 Mayıs 2012 Pazartesi

ÇOCUK


Bir çocuk düşünün… Yeşilliğin içinde bembeyaz kıyafetiyle durmadan koşuyor. Bir süre sonra aniden duruyor, nefes nefese kalmış çünkü…  Gökyüzüne bakıyor, gözlerinin maviliği ile gökyüzü buluşuyor. Güneşin sapsarı ışığı “Ben de buradayım.” diye çığlıklar atıyor… Gözleri kamaşıyor, bir an kapatıyor gözlerini ve durmadan dönüyor. Yüzünde tarifi imkânsız bir mutluluk var, nedenini sormak anlamsız; çünkü o ÇOCUK! Ardına kadar açık yüreğinin kapısı… Henüz büyümedi, kapısını kapatmadı. Kirlenmedi elleri, yüreği... Kirletilmek zorunda bırakılmadı henüz… Şanslı zamanları yani… Herkes iyi şu anda onun için, herkes güvenilebilir, herkes onu seviyor, o da herkesi seviyor… Toplumun ağır değer yargıları sarıp sarmalamadı onu ya da farkında değil… Omuzlarında taşıyamayacağı yükler yok. Tüm mutluluklar onun, tüm neşeler onunla… En büyük kahkahalar ona ait… Gözlerinin sevinci alev alev… Kalbinin atışı hep hızlı…
Peki, siz ne zaman büyüdünüz? Ne zaman büyümek zorunda bırakıldınız? Ne zaman kirlendi ilk defa yüreğiniz? Ne zaman toplumun ağır değer yargılarının altında ezildiniz? Ne zaman insanlığa dair tüm güveninizi ve sevginizi yitirdiniz? Ne zaman neşeniz kursağınızda kaldı? Ne zaman kahkahanız yerini samimiyetsiz bir gülümsemeye bıraktı? Ne zaman kendi çocukluğunuza uzaktan baktınız? Ne zaman arkanızı döndünüz ona? Ne zaman onun “Hep yanında kalayım, hiç sesimi çıkarmam, istediğin zaman ortaya çıkarım!” yakarmalarına kulaklarınızı tıkadınız?
Peki, çağırsanız gelir mi? Dön, böyle olmuyor… Hep yanımda kal deseniz kulak asar mı dediklerinize?
Her şeye rağmen denemekte fayda var diyorum… Onun yokluğundaki kaybedişlerimizin yanında bir kum tanesi kalmaz mı bunun için çaba sarf etmek? Unutmayın, hayallerimiz onun cebinde kaldı, neşemiz onun gözlerinde, temizliğimiz onun yüreğinde… Hala şansımız var… Hala onu çağırabilecek kadar temiz bir tarafımız olmalı…
 “Mutluluk, farkında olmadan açık bıraktığımız kapıdan gelir.” (BARRYMORE)
O kapıdan giren çocukluğunuza kucak açın…