17 Nisan 2013 Çarşamba

BOŞLUKLAR


Ey gönül…

İçindeki doldurulmaz boşluğun kenarında dolaşıp durma… Uçurum olur oralar sana… Her defasında takılıp düşersin… Yaralarını sarmaya ilaç da bulamazsın…

Sen en iyisi o boşluğa sığınmayı öğren…

Kabul et, o boşluk asla dolmayacak ve sen orada yaşamak zorundasın… Ne görmezden gelebilirsin ne de yok sayabilirsin…

Düzlüklere alışmış benliğine söz geçir artık,  savaşmasın… İsyan etmek işe yaramaz…

Sessizce sarıl o boşluğa…

Unutma, senin huzurun artık dipsiz bir kuyuda...


12 Nisan 2013 Cuma

SAHTE IŞIKLAR



     Tırmandı, tırmandı...
     Vazgeçmeden, bir an dahi soluklanmadan tırmandı...
     Elleri ve ayakları esrarengiz bir uyum içindeydi. Ne zaman başlamıştı hatırlayamadı bir an bu zorlu yolculuğa... Düzlüktü halbuki yolu.. Yola çıkarken hiçbir teçhizat almayı düşünmedi bile. En şık ayakkabılarını, en gösterişli elbisesini giymişti; kırmızı ruju bile dudaklarındaydı. Pırlantalarını eksik etmemişti zarif boynundan...
     Bir anda burada bulmuştu kendini... Şaşırmadı değil aslında... Ne işi vardı ki onun burada? Gözü kör edecek kadar ışıklı salonlara alışıktı o...
     Aşağıya bakmaya cesaret edemedi... Ne kadar yüksekteydi acaba? Kendini boşluğa bırakmaktan korktu... Aşağı bakmaya cesareti olmasa da yukarı bakabildi. Ne kadar yolunun kaldığını merak ediyordu... Zirveyi seçemediğini hissetti... Sis kaplamıştı her yeri... Elleri kan içindeydi... Keşke tahmin edebilseydi bu yolculuğu... Parlak ışıklar kör etmişti kesin onu....
     Hangi hayatı gerçekti acaba? Hangisini yaşıyordu şu anda? Hangisini tercih ederdi seçim hakkı olsaydı?
     Bir an bir şeyler belirmişti zihninde... Evet, evet... Geliyordu işte bir bir tüm gerçekler... Aşağıya, en aşağıya yalnız gelmemişti... O salon arkadaşları yanındaydı halbuki.. "Hadi!" dediler, "Bir çılgınlık yapalım! Birlikte tırmanalım bu zirveyi. Hem birlikte olursak zorluklarla baş edebiliriz, daha da güçleniriz." Peki, şimdi neredeydiler? Sağına soluna baktı ümitle... Kimse yoktu. Beni yalnız bırakmamışlardır, dedi tüm yüreğiyle... Onlar benim dostum. Telaşlandı bir an... Düşmüş olma ihtimalleri geldi aklına. Neden bir şeyler yapmadım onlar için diye hayıflandı, kızdı kendine.
     Aşağıdaki hayatları ne güzeldi halbuki... Hep eğlence, hep gülmece... Zorluk nedir tanımazlardı bile. Hep bir aradaydılar, hiç yalnız kalmazdı, dostları her daim yanındaydı.. İnanıyordu onlara... Bu zamana kadar hep böyle olmamış mıydı? Yok yok, dedi kendi kendine... Mutlaka buralarda bir yerlerdedirler. Çaresizce bakındı durdu çevresine. Yoklardı... Yüreği paramparçaydı, dostları için kaygı doluydu tüm benliği.
     Aşağıya bakmaya cesaret etmeliydi. Kesin düşmüşlerdi... Bedenlerini paramparça görmeye dayanabilecek miydi? "Neden? Neden?" diye isyan etti... Ne güzel yaşarken niye buradayım? Niye bu zorlu yolculuğa adım attım? Hiçbir hazırlığım yokmuş meğer... Neden düşünemedim hazır olmadığımı? Artık bunlarla kaybedecek vakti yoktu. Ucunu bile göremediği bir zirvenin bilmediği bir noktasındaydı... Sabitlemişti kendini. Gücünün tükendiğini hissediyordu. Kolları ve ayakları acı çığlıklar atıyordu.
     Derin bir nefes aldı... Dostlarının parçalanmış bedenlerini görecek olmanın anlatılmaz sızısı içindeydi. Son bir kez daha nefes alıp aşağı baktı.
İçindeki çocuk, salya sümük ağlıyordu... İçindeki bilgiç, sen bunu hak ettin, diyordu... Aldatılmışlık duygusuyla baş etmeye çalışırken içindeki insanlara kulak tıkamak istiyordu. Silkelenmesi gerektiğinin farkındaydı...
     Dostlarının orada öyle ne işi vardı? Neden o sahte(!) kahkahaları atıyorlardı? Neden işaret parmaklarıyla onu gösterip "Aptal!" diye bağırıyorlardı?
     Nerede yanlış yaptığını bulmaya çalıştı... Buldu da sonunda... Yaşamının hep dümdüz olacağına inandırmıştı kendini... Hayatındakileri de seçme gereği duymamıştı... Ne gereği vardı ki, yürüdüğü ışıklı yolda hep yanındalardı nasıl olsa...

     Asıl hayatının şu anda yaşadığı hayat olduğunu kanıksadığı anda söndürdü tüm ışıklarını...