Birbirinden destek alarak yürüyebilen
yaşlı bir çiftin, kışlık yiyecek yapmalarındaki umut gibiydi hayatla aramdaki…
Kaçamak dövüşler, sahte serzenişler…
Sık sık oyunlar oynardı benimle… En
sevdiği oyun da “Tutmasaydım düşecektin.” olurdu. En sonunda çatardım kaşlarımı, büzerdim titreyen dudaklarımı… “Düşseydim.” Derdim. “Düşseydim ya
yeter artık!” “Vursaydın en dibe!”
Sonra
çapraz sorguya maruz kalırdım… Sonunda itiraf ederdim gerçeği…
Yok, düşmeyi göze alamazdım… Belki bir
şımarıklıktı geçmiş günlerden alışkanlık kalan, belki blöftü tüm hınzırlığımla
dudaklarıma takılan…
Ardından tüm umut ettiklerimden kaçışım
başlardı…
Yeni oyunumuzun adı belli… “Yakalamaç.”
Ebelenmekten çok korkardım… İşin ilginç
tarafı rüzgâr bile ters yönden eserdi bedenime… Tüm gücümle koşardım…
Ama…
Hayatla aramdaki hangi oyundan galip
çıkmıştım ki!
Sonra sessiz bir kabulleniş… Tam
anlamıyla öğrenilmiş çaresizlik… En ıssız kuytuya çekilip acımasız bekleyiş… Sonunda tüm oyunlarda fasulye haline istekli
geçiş…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder