Tırmandı,
tırmandı...
Vazgeçmeden,
bir an dahi soluklanmadan tırmandı...
Elleri
ve ayakları esrarengiz bir uyum içindeydi. Ne zaman başlamıştı hatırlayamadı
bir an bu zorlu yolculuğa... Düzlüktü halbuki yolu.. Yola çıkarken hiçbir
teçhizat almayı düşünmedi bile. En şık ayakkabılarını, en gösterişli elbisesini
giymişti; kırmızı ruju bile dudaklarındaydı. Pırlantalarını eksik etmemişti
zarif boynundan...
Bir
anda burada bulmuştu kendini... Şaşırmadı değil aslında... Ne işi vardı ki onun
burada? Gözü kör edecek kadar ışıklı salonlara alışıktı o...
Aşağıya
bakmaya cesaret edemedi... Ne kadar yüksekteydi acaba? Kendini boşluğa
bırakmaktan korktu... Aşağı bakmaya cesareti olmasa da yukarı bakabildi. Ne
kadar yolunun kaldığını merak ediyordu... Zirveyi seçemediğini hissetti... Sis
kaplamıştı her yeri... Elleri kan içindeydi... Keşke tahmin edebilseydi bu
yolculuğu... Parlak ışıklar kör etmişti kesin onu....
Hangi
hayatı gerçekti acaba? Hangisini yaşıyordu şu anda? Hangisini tercih ederdi
seçim hakkı olsaydı?
Bir an
bir şeyler belirmişti zihninde... Evet, evet... Geliyordu işte bir bir tüm
gerçekler... Aşağıya, en aşağıya yalnız gelmemişti... O salon arkadaşları
yanındaydı halbuki.. "Hadi!" dediler, "Bir çılgınlık yapalım!
Birlikte tırmanalım bu zirveyi. Hem birlikte olursak zorluklarla baş
edebiliriz, daha da güçleniriz." Peki, şimdi neredeydiler? Sağına soluna
baktı ümitle... Kimse yoktu. Beni yalnız bırakmamışlardır, dedi tüm
yüreğiyle... Onlar benim dostum. Telaşlandı bir an... Düşmüş olma ihtimalleri
geldi aklına. Neden bir şeyler yapmadım onlar için diye hayıflandı, kızdı
kendine.
Aşağıdaki
hayatları ne güzeldi halbuki... Hep eğlence, hep gülmece... Zorluk nedir
tanımazlardı bile. Hep bir aradaydılar, hiç yalnız kalmazdı, dostları her daim
yanındaydı.. İnanıyordu onlara... Bu zamana kadar hep böyle olmamış mıydı? Yok
yok, dedi kendi kendine... Mutlaka buralarda bir yerlerdedirler. Çaresizce
bakındı durdu çevresine. Yoklardı... Yüreği paramparçaydı, dostları için kaygı
doluydu tüm benliği.
Aşağıya
bakmaya cesaret etmeliydi. Kesin düşmüşlerdi... Bedenlerini paramparça görmeye
dayanabilecek miydi? "Neden? Neden?" diye isyan etti... Ne güzel
yaşarken niye buradayım? Niye bu zorlu yolculuğa adım attım? Hiçbir hazırlığım
yokmuş meğer... Neden düşünemedim hazır olmadığımı? Artık bunlarla kaybedecek
vakti yoktu. Ucunu bile göremediği bir zirvenin bilmediği bir noktasındaydı...
Sabitlemişti kendini. Gücünün tükendiğini hissediyordu. Kolları ve ayakları acı
çığlıklar atıyordu.
Derin
bir nefes aldı... Dostlarının parçalanmış bedenlerini görecek olmanın
anlatılmaz sızısı içindeydi. Son bir kez daha nefes alıp aşağı baktı.
İçindeki
çocuk, salya sümük ağlıyordu... İçindeki bilgiç, sen bunu hak ettin, diyordu...
Aldatılmışlık duygusuyla baş etmeye çalışırken içindeki insanlara kulak tıkamak
istiyordu. Silkelenmesi gerektiğinin farkındaydı...
Dostlarının
orada öyle ne işi vardı? Neden o sahte(!) kahkahaları atıyorlardı? Neden işaret
parmaklarıyla onu gösterip "Aptal!" diye bağırıyorlardı?
Nerede
yanlış yaptığını bulmaya çalıştı... Buldu da sonunda... Yaşamının hep dümdüz
olacağına inandırmıştı kendini... Hayatındakileri de seçme gereği duymamıştı...
Ne gereği vardı ki, yürüdüğü ışıklı yolda hep yanındalardı nasıl olsa...
Asıl
hayatının şu anda yaşadığı hayat olduğunu kanıksadığı anda söndürdü tüm
ışıklarını...