Son boş
vermişliğini gördü aynadaki siluetinde… Son “Aman be unut gitsin.” diyen
dudaklarını… Çaresizce durduramadığı gözyaşlarını… Gözlerindeki ahlaksız,
yalancı umursamazlığı… Son kez…
Hâlbuki ne kadar sakindi gökyüzü, elleri hatta
yüreği… Sessizliği fırsat bilip kalp atışlarına kulak vermek istedi bir an. Hani
uzun zaman önce dinlemeyi bıraktığı, hayatındaki arbedelerden suskun bıraktığı
yüreği… O da tasını tarağını toplamıştı işte tıpkı hayatındaki diğerleri gibi… Geride
ne çoklarını bırakmıştı, ne çoklarını unutmuş, ne çoklarına yol vermişti, ne
çoklarını çıkmaz sokaklara sokmuştu, ne çoklarına duvar örmüştü, ne çoklarını
güneşsiz bırakmıştı.
Hâlbuki
ekmeğiydi, aşıydı, ışığıydı, merhemiydi onlar…
Yarasına
sarılmayı seçti… Kan, revan içinde kalmayı reva gördü kendine… Yüreğini bile
susturması bundandı… Irakları yuvası bildi… Gözbebeği bile uzaktı ona… Şimdi
aynada gördüğünün kim olduğunu anlamaya, onu tanımaya çalışıyordu… Yarası
kanamıyordu artık… İyileştirme ümidi kalmamıştı… Kangren olmuş, kesip atmıştı… Şimdi
ne olacaktı? Aynadaki kendisi bile yabancıyken ona, uzak durmak isterken ondan, hayatındaki
boşlukları nasıl dolduracaktı? Geride bıraktıklarına sesini nasıl duyuracaktı? İnsana
dair duyguları bile yok saymıştı… Ne çirkin kalmıştı onlarsız… İnsanı insan
yapan değerleri küçük görmeyi ne kötü yakıştırmıştı kendine… Tanıdığı tek duygu
hasretti… Diğerlerini itmişti elinin tersiyle… Onlara nasıl affettirecekti
kendini? Belki bir çocuğun gözlerinde
bulacakları güveni, belki yaşlı bir çiftin buluşan ellerinde bulacaktı vefayı,
belki bir annenin göğsünde bulacaktı şefkati, belki umarsızca kanat çırpan bir
kuşta bulacaktı özgürlüğü, belki bir idam mahkûmunun son isteğinde bulacaktı
umudu, belki çakan bir şimşekte bulacaktı korkuyu, belki gökkuşağında bulacaktı
mutluluğu…
Kim bilir, belki… Belki bir gün olsun şafak onun için sökecekti,
belki yıldızlar onun için parlayacak, yağmur onun için yağacaktı…
Kim bilir…
Belki…