Yine
birikmişti bir şeyler içinde… “Neydi birikenler?” diye düşündü, sordu kendine…
Yazmaya duyduğu ihtiyaç mıydı yoksa derinlerinde birikenleri dışarı atma hissi
miydi yaşadığı? Gün içinde uzun dakikaları yoktu yazmak için… Parmakları, aklı
ve yüreği aynı anda hareket etmeliydi, birlik oluşturmalıydılar. Hemen boş bir
sayfa aldı kendine, aklına ilk gelen “yokluk” kelimesiydi. Düşündü kendi kendine.
Neden “yokluk”? Neden “varlık” değil? Neden "eksiklik"? Neden? Neden? Neden?
Sonra ağzına damlattığı birkaç limon suyundan sonra ekşittiği suratı gibi
ekşidi yüreği. Neden hep hep olmazı, yokluğu, eksikliği konu ederdi ki
yazılarında? Neden kalemi eline aldığı parmakları hüzne koşardı son hızla?
Mutsuz muydu? Hayır! Mutluydu kendince. Mutlu olduğuna inanıyordu. Küçüklüğünde
bile hüzünlü günlerinde eline alırdı günlüğünü. Merhaba sevgili günlük; Bugün
çok mutsuzum, hüzünlüyüm, kırgınım gibi gibi…
Neden? Sordu, sordu, yanıt alamadı…
Yanıtını
aldığı gün olacaktı belki de yazmaktan vazgeçişi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder